Liberal Düşünce Topluluğu AlevÎ Araştırmaları Direktörü Şenol Kaluç:
Osmanlı dönemindeki Alevî-Sünnî evlilikleri Cumhuriyet döneminden daha fazladır. Osmanlı döneminde hiçbir zaman halk nezdinde gerilim olmadı. Alevi-Sünni gerilimi Cumhuriyetle başladı.
Alevî-Sünnî gerilimi Cumhuriyetle başladı
Osmanlı dönemindeki Alevi-Sünni evlilikleri Cumhuriyet döneminden daha fazladır. Osmanlı tarihinde
de zaman zaman Alevilerle devlet arasında gerginlikler olmasına rağmen
bu gerginlik hiçbir zaman halk nezdinde büyük bir karşılık bulmamıştır.
Cumhuriyet döneminde yaşanan Sivas, Çorum,
Malatya, Kırıkhan, Madımak benzeri fecaatler Osmanlıda yaşanmamıştır.
Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile Alevilik ile Sünniliğin ortak paydaları
büyük ölçüde yok edilmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı Kanunu ile de
Sünnilik tekelleştirilmiştir.
Bu haftaki sohbetimizde Liberal Düşünce Topluluğu Alevî Araştırmaları Direktörü Şenol Kaluç’la Alevîliğin tarihsel arka planına ve Cumhuriyetle geçirdiği evrelere bakmak istedik.
Alevîler içinde “Alevîlik” tanımı üzerinde tartışma yapılabiliyor mu? Belli otoriteler var mı?
Elbette bir tartışma var, fakat bu tartışmanın içeriği oldukça yavan
ve yetersiz. Bunun nedeni Alevîlerin son bir asırda yaşadığı toplumsal
dönüşümler ve dış müdahaleler. Alevîlik üzerine yapılan tanımların
neredeyse tümü dış kaynaklı. Geçmişte Alevîlerin kafasında Alevîliğin ne
olduğuna dair bir tartışma olmamış “Alevîlik “Allah, Muhammed, Ali”
üçgeninde şekillenmiş tasavvufî bir yorum olarak kalmıştır.
Alevîliği dış müdahaleler nasıl tanımladılar?
Ne zaman ki İttihatçıların Alevîliğe ilgileri başladı, Alevîliğin de tanımlanması sorunu ortaya çıktı. Alevîliğe olan
dış ilgi Alevîliği her şekilde tanımladı; eski kadim dinler, Şamanlık
veya eski Türk dini kalıntısı, Zerdüştlüğün devamı, paganlık, gizli
İsevilik (Hıristiyanlık) aklınıza ne gelirse var. Alevîler kendi
inançlarını tartışacak seviye ve bilgiye ancak üzerindeki dış
müdahaleler kalktığında sahip olacaklardır. Ayrıca Alevîlik içinde de
korkunç bir mahalle baskısı var.
TEKKELERİN KAPATILMASI ORTAK PAYDALARI YOK ETTİ
Tekke ve Zaviyelerin kapatılması Alevîlik ve Sünnîlik üzerinde nasıl bir etki yaptı?
Alevîlik ile Sünnîliğin ortak paydalarını büyük ölçüde yok etti.
Yalnız bu kanunu Diyanet İşleri Başkanlığını hesaba katmadan
anlayamayız. Cumhuriyet bu kanunla Alevîliği hem resmen hem de fiilen
yasaklamakla kalmamış, Diyanet eliyle de Sünnîliği tekelleştirmiş,
tasavvufî ve fıkhî tüm renklerini yok etmiştir. Sadece Hanefilik ve
Maturidilik kalmıştır. Ve daha kötüsü İslâm’ı hiç alâkası olmayan bir
şeyle, milliyetçilik ve ırkçılık ile birleştirmiştir. Bakın bugün bu
topraklarda sıradan bir Müslüman’ın Türk olmayan Müslümanlara bakışı herhangi bir Batılının bakışından çok da farklı değildir.
Kendi köklerinden uzak bir Alevîlik ve Sünnîlik nasıl ortaya çıktı?
Bu bir Cumhuriyet projesidir. Cumhuriyeti kuran elit kadro yeni bir ulus oluşturmak istiyordu ve bunda da kısmen başarılı oldu. Bugün ulusalcı koalisyonda yer alan kitle tam da bu projenin ürünüdür, ancak tarih
hep bize şunu göstermiştir ki, toplumsal mühendislik çabaları eninde
sonunda başarısız olur. 3 Ekim 1924’de çıkarılan tüm kanunlar bir projenin milâdıdır. Tevhid-i Tedrisat ve Diyanet İşleri’nin kurulması bu projenin esaslı iki ayağıdır.
Tasavvuf Alevîlerle Sünnîleri birbirine yaklaştırıyor diyebilir miyiz?
Tasavvuf ve Tarikatlar Alevîlik ile Sünnîliğin ortak paydasıdır.
Alevîlik ile Sünnî kabul edilen tarikatlar arasında yol ve yordam
bakımından çok büyük farklılıklar yoktur. Pir, mürşit, talip ilişkileri
neredeyse birbirinin aynıdır. Erkân yönünden de büyük benzerlik taşır.
Ufak tefek ilkesel bir iki fark dışında öyle birbirlerinden koparacak
ayrılık yoktur. En büyük fark Sünnî bir tarikatta Pir makamına herhangi
bir kişi gelebilirken, buna Bektaşilik de dahil, Alevî Tarikinde sadece
Seyid-i Saadet Evlâdından bir kişinin gelmesi esastır. Bu nedenle
herkesin bildiği ve tanıdığı meşhur Kızılbaş Şairi Pir Sultan Abdal’ın
nefesleri her tekke ve dergâhta büyük bir feyzle terennüm edilmiştir.
Terennüm edilirken de her halde onun Kızılbaş olduğunu bilmeyen yoktu.
Bir makalenizde Alevîliğin ateizmin kucağına itildiğini de söylüyorsunuz…
Bazı Sünnî çevreler sizi Müslüman kabul etmiyor,
Sol-Marksist-Kemalist çevreler de aslında size aynı gözle bakıyor.
Aradaki tek fark biri sizi dışlarken öbürü sizi potansiyel bir araç ve
destek olarak görüyor. Her şeyini kaybetmişsin ve yaşamak için bir yol
arıyorsun ve önündeki tüm yollar din dışı bir daireye akıyor. Bu durumda
bir Alevî ne olabilir ki? İnancını yaşamak büyük fedakârlık
gerektiriyor. Kusura bakmayalım, ama bu ülkede kimse kolay kolay Don
Kişot’luk yapamaz. İnansa da inanmıyorum ya da önemsemiyorum demek
zorunda kalır.
Sünniliğin de bu konuda korkutulduğunu ve cesur olmadığını söylüyorsunuz.
28 Şubat süreci bu açıdan öğreticidir. Sünnî Diyanet, Sünnî
Müslümanlara yapılan zulme ses çıkarabildi mi? Bu ülkede kaç imam çıkıp
“Bu zulme ortak olamam” diyerek istifa etti. Koca bir sıfır. Demek ki
her şey kitaplarda yazdığı gibi olmuyor. Bu Alevîlik için de geçerli.
Ancak çok şükür ki statükonun son oyunları ters tepmeye başladı ve
Alevîler tekrar özleri ile İslâm’la buluşmaya başladılar.
CUMHURİYET’LE ALEVÎLİK YASAKLANDI
Cumhuriyetin ilânıyla Alevîlerin dergâhları ne tür bir muameleye tabi tutulmuştur?
Dedelik kurumu yasaklandı ve Alevâ ayinlerinin icrası yasaklandı. Bu
yasak sanıldığından daha şiddetli bir şekilde uygulandı. Anadolu’nun her
tarafı Cumhuriyet döneminde basılan Cem hikâyeleri ile doludur. Bu baskınlar sırasında
yaşlarına, başlarına bakılmadan Alevî Dedeleri tutuklanmış ve sakalları
kesilmiş, hapsedilmiş, pek çok bölgede Alevî dedeleri şehirlere inemez,
halk arasına karışamaz olmuştur. Aynı şekilde talipler kadın erkek
denmeden tutuklanmış, hapsedilmiştir. Var olan dergâhlar kapatılmış ve pek çoğu yerle
yeksan edilmiştir. Ancak Hacı Bektaş Dergâhı gibi birkaç dergâh ve
türbe kurtulmuştur. Bu dergâhlardan pek çoğunun günümüze sadece
türbeleri ulaşabilmiştir. Cumhuriyet
rejimini açıkça destekleyen Bektaşiler bile bir süre sonra Türkiye’yi
terk ederek başta Arnavutluk olmak üzere ABD ve Mısır gibi ülkelere
gitmek zorunda kaldılar. Alevîler bu süreçte pasif bir rol oynadılar ve
kırsal şartların izin verdiği ölçüde kendilerini korumaya çalıştılar.
Alevîlerin Sol-Markist gelenekle tanışmaları onlar açısından nasıl bir seyre sebep oldu?
Alevîlerin ölümcül darbe almasına neden olan iki tanışma olmuştur. Birincisi
şehirleşme, ikinci ise Sol-Marksist ideoloji ile tanışma. Şehirleşme
geleneksel yapının işlemez hale gelmesine yol açarken, eğitim ve
Sol-Marksist ideoloji özellikle Alevî gençliğini sarıp sarmalamış ve
dönüştürmüştür. Maalesef bu dönüşümde özellikle 60 Darbesinden sonra Sağ
Siyasete egemen olan isimlerin büyük veballeri olmuştur.
Sağ-Milliyetçi-Muhafazakâr liderler Alevîleri kucaklamak yerine
kendilerinden uzaklaştırdı ve ötekileştirdiler. Bu ortamda
ötekileştirilen Alevîler kendilerini ancak dine açıkça mesafe alan
Sol-Marksist çevrelerde rahat hissettiler. Bu süreçte Sol’un dine bakış
açısını içselleştiren Alevî gençliği giderek dinsizleşmeye ve
ateistleşmeye başladı. Sol-Marksist gelenek Alevîlere olumlu gözle baksa
bile Alevîliği feodal bir kalıntı ve yok edilmesi gereken bir yapı
olarak algılamıştır. Bu nedenle herkesten önce dede çocukları
babalarının evlerinin duvarlarına “Dedeliğe Hayır” yazabilmiştir.
Dikkatli bir gözle baktığımızda Alevîlerin neredeyse 90’lı yıllar
öncesine kadar dinsel bir taleplerinin olmadığı görülür. 70’li yıllara
kısmen damgasını vuran Birlik Partisi deneyimine rağmen bu böyledir.
ALEVÎLERİN İSLÂM’DAN KOPARILMASINDA ALEVÎ OLMAYANLARIN VEBALİ BÜYÜK
Sol-Markizmden sonra devreye Kemalizm giriyor galiba….
Darbe sonrası yıllarda ise Laik-Anti Laik cepheleşmesinde Alevîlik bu
kez Kemalist çevrelerin kullanım alanına girmiştir. Ama burada da
Kemalistlerin Alevîliğe bakışı Sol-Marksist çevrelerden farklı değildir
Alevîliğe faydacı bir gözle bakıp Kemalizmin askerlerini yetiştirmek
amaç olmuştur. O yüzden bu çevrelerde hiçbir zaman inançlı bir Alevî
makbul ve kabul edilir olmamıştır. Burada kabaca anlattığım süreç
dikkatle anlaşılmaya çalışılırsa Alevîliğin İslâm’dan nasıl koparıldığı
da anlaşılır. Maalesef bunda Alevî olmayan çevrelerin de büyük vebali
vardır. Alevilere sadece kurban olma rolü yakıştırılmıştır.
Alevîlerin CHP ile olan ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Alevîler neden CHP’de demek yerine “Alevîler neden CHP dışında
siyaset yapamıyor?” diye düşünmekte fayda var. Stockholm Sendromu bir
yanı ile doğru olmakla birlikte kısaca açıklamaya çalıştığım gibi tam
yerine oturmuyor. Bizler şu sorunun cevabını önce vermeliyiz; “Neden
Alevîler Sağ-Muhafazakâr-Milliyetçi Partilerde boy gösteremiyor?”
Sanırım bu sorunun cevabı ile yüzleşebilsek Alevî sorununun % 80’ini
çözmüş oluruz.
Alevîlik ve Sünnîlik nasıl bir akrabalık ilişkisine sahip?
İlginç bir iddiada bulunayım Osmanlı dönemindeki Alevî-Sünnî
evlilikleri Cumhuriyet döneminden daha fazladır. Çünkü tasavvufun
yaşandığı yerde Alevî-Sünnî çatışması olmaz, olamaz. Osmanlı tarihinde
de zaman zaman Alevîlerle devlet arasında gerginlikler olmasına rağmen
bu gerginlik hiçbir zaman halk nezdinde büyük bir karşılık bulmamıştır.
Osmanlı Tarihinde Cumhuriyet döneminde yaşananlara benzer; Sivas, Çorum,
Malatya, Kırıkhan, Madımak benzeri fecaatler yaşanmamıştır. Ama tüm
bunlar maalesef Cumhuriyet döneminde vuku buluyor. Neden? Çünkü bu
topraklara rengini veren Tasavvufi maya yasaklanarak İslâm
çölleştirilmiştir de o yüzden.
Tasavvuf geleneğinin devam ettiği dönemlerde Alevî dedeleriyle
Tarikat Şeyhleri arasında manevî bağlar olduğu, icazet alıp verdikleri
doğru mu?
Bu çok spesifik bir konu, ancak yakın bir ilişki olduğu bir gerçek,
en azından Bektaşilik gibi Tarikat yapıları içinde şeyhlerin ve
müritlerin birden fazla tekke ve şeyhten icazetli olduklarını bize
tabakat kitapları aktarıyor. Bugün Anadolu’nun pek çok yerinde Alevî
Pirlerine ait mezarlar Sünnî halkça da büyük bir saygı görür. Bu
Cumhuriyet öncesinden kalan bir mirastır. Yoksa Cumhuriyet döneminde
üretilen din ile bu mümkün değil.
Alevîlerin 27 Mayıs’la birlikte Dersim sendromu yaşadığını doğru mu?
Şüphesiz. Devletin asıl sahiplerinin kim olduğu bir kere daha ve
kanlı bir şekilde gösterildi. Öyle ki Sünnî ve Türk olmanın bile bir
noktadan sonra önemli olmadığı herkese hissettirildi. Alevîler,
özellikle okumuş Alevî gençliği, bu süreçte CHP’ye yaklaşmaktan çok
rejimle kavgalı sol siyasetin içine girdi. Alevîlerin CHP ile asıl
buluşmaları Bülent Ecevit ile başlar ve ancak 12 Eylül darbesinden sonra
gerçekleşir.
ALEVÎLİK ÜZERİNDE ÇIKACAK SORUN KÜRT SORUNUNA BENZEMEZ
Şu an Türkiye’de Alevî-Sünnî çatışması çıkarılmak istendiği iddia
ediliyor ve Gezi olayları sonrasında Alevîlerin kimlik olarak daha öne
çıktığı görülüyor. Siz bu durumu nasıl okuyorsunuz? Derin Devletin son
kozu Alevî-Sünnî çatışması mı?
Sondan başlarsak, ben bunu çok uzun zamandır söylüyorum. Çözülmemiş
bir Alevî sorunu bu ülkenin başını, bazıları abarttığımı düşünecek, ama
Kürt sorundan bile daha ağır ve girift bir noktaya taşıyabilir. Nitekim
Gezi olaylarında Alevîlerin çok görünür olmasını biraz da buna
bağlıyorum. Doğru düzgün bir muhalefetin olmadığı bir ortamda maalesef
Alevîler günlük siyasetin oyuncağı durumuna düştüler ve Aleviler sürekli
dayak yiyen boksöre benziyor. Hükümet bunca açılım çabasına rağmen
CHP’yi Alevîlik üzerinden vurmakta bir beis görmüyor. Kılıçdaroğlu’nun
Alevî kimliği neredeyse bir suçmuş gibi dillendirilebiliyor. İşin üzücü
tarafı bu tavra Kılıçdaroğlu da çanak tutuyor.
Türkiye’de mezhep çatışması mı çıkarılmak isteniyor?
Bakın bugün Suriye’deki, Irak’taki, gelişmeler bize işaret olmalı,
Türkiye Kürt meselesinden sonra bir mezhep çatışmasını daha kaldıramaz.
Bunun için acil önlemler alınmalı. Bu noktada çok şikâyetçi olduğumuz
laikliğin yeniden tanımlanması gerekiyor. Aksi takdirde sadece
Alevîlerle değil, kendisini laik yaşam tarzına bağlı hissedenlerle
kendisini muhafazakâr görenler arasındaki çatışma giderek artar. Bu ise
uzun vadede çok büyük sosyal patlamalara yol açabilir.
Gezi olaylarını nasıl yorumluyorsunuz?
Bu olaylar Ergenekon denen zihniyetin hâlâ sapasağlam ayakta olduğunu
gösteriyor. Burada ilginç bir noktaya değinmeden geçemeyeceğim. Gezi’de
sokağa çıkan ve güya daha fazla demokrasi isteyen çevrelerin bugüne
kadar ne Kürt, ne Alevî, ne de azınlık sorunları gibi konularda
sokaklara çıktıklarını ben açıkçası görmedim. Bu nedenle bu hareketin
ilk günlerine bir şey diyemem, ancak ilerleyen günlerde tamamen barış
sürecini baltalama ve demokrasi söylemi altında eski statükocu,
vesayetçi düzeni tekrar getirme amaçlı olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle
Alevîlerin Gezi olayları içinde bu kadar çok görünür olmasını hem
yadırgıyor, hem de yadırgamıyorum. Maalesef her kesimin olduğu gibi
Alevîlerin de DNA’sı ile öyle bir oynandı ki, kimin ne olduğu aslında
pek de belli değil.
(H.HÜSEYİN KEMAL / YENİ ASYA)
“Rabbimiz üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı (düşman karşısında) sabit kıl ve kâfirler kavmine karşı bize yardım et.” (Bakara, 250)
ReplyDelete